Ahmet Fikri Tüzer’in Bir Günlük Başbakanlığı



En kısa süre başbakanlık yapan kişi diye geçtiği kayıtlar vardır. Aslında Başbakan değil Başbakan Vekili olmuştur. Nitekim başbakanlık resmi sitesinde İsmet İnönü'nün 1. Hükümetinden sonrakilerin hepsi başbakan olarak anıldığı halde Ahmet Fikri Tüzer başbakan vekili olarak anılmıştır.

Toplam 24 saat başbakan vekilliği yapan bu devlet adamımızın diğer başbakan vekillerinden bir farkı olduğu için kendisi Başbakan değil Başbakan Vekili olduğu halde onun 24 saatlik yönetimi 12. hükümet sayılmıştır. O fark da şudur: Günümüzde başbakan ölürse ya da yurt dışına çıkarsa ona kimin vekalet edeceği baştan bellidir. Bu konuda yazılı düzenleme vardır. Hükümet başsız kalmaz. Ancak o dönemde başbakan ölürse ve vekil tayin edemezse o göreve kimin getirileceği yazılı bir kurala bağlanmamıştı.

O dönemin başbakanı rahatsızlanıp vefat edince 11. hükümet başsız kalmıştı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Anayasa'nın verdiği hükümet kurdurma yetkisini kullanarak Ahmet Fikri Tüzer'e hükümet kurma yetkisi vermiştir ama bu yetkiyi ona başbakan sıfatıyla değil başbakan vekili sıfatıyla ifa etmek üzere vermiştir. Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan duyurunun metni şöyledir:

'Başvekil Dr. Refik Saydam İstanbul'da vazife tetkikleri esnasında kalp sektesinden ansızın intikal etmiştir. Yeni hükümetin kati olarak teşekkülüne kadar başvekalet vazifesinin vekaleten dahiliye vekili Dr. Fikri Tüzer tarafından ifa edilmesi tensip edilmiştir.
Reisicumhur İsmet İnönü.'

Nitekim Şükrü Saraçoğlu 24 saat içinde yeni hükümet kurmuş ve İsmet İnönü tarafından, Başbakan Vekili olarak değil Başbakan olarak atanarak 13. Hükümeti kurmuştur.

Söz konusu, acil durum başbakanlık vekilliğine ilişkin yazılı düzenleme de sonradan yapılmıştır ve aniden başbakansız kalınması halinde Cumhurbaşkanı'nın devreye girmesine, hükümet kurma yetkisi vermesine gerek kalmamıştır. Ahmet Fikri Tüzer de bu konudaki tek istisna olarak cumhuriyet tarihimizdeki yerini almıştır.

(entry #22122404 tarih:2011-02-14 saat:17:17:25)

Hukuk Devleti Niteliğine Kazanılmış Hak Kavramının Dahil Olduğuna Dair Anayasa Mahkemesi Kararı

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Resmi Gazete tarih/sayı: 28.4.1965/11985

Esas No. : 1963/166

Karar No. : 1964/76

Karar tarihi : 22/12/1964

Davacı : Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grupu

Dâvanın konusu : (1932 senesinden itibaren tıp fakültesinden neşet edecek tabiplerin mecburi hizmetlerinin lağvı ve Leylî Tıp Talebe Yurduna alınan tıp talebesinin tabi olacağı mecburiyetler) hakkındaki 2000 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve Anayasa'ya aykırı bulunan hükmün iptali isteğinden ibarettir.

İNCELEME :

Anayasa Mahkemesi içtüzüğünün 15 inci maddesi gereğince yapılan ilk incelemede görülen eksikliğin, davacıya tamamlattırılmasından, esasa dair hazırlanan rapor, ilgili kanun ve Anayasa hükümleriyle gerekçeleri ve görüşme tutanakları okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü :

l- 2000 sayılı Kanunun dâva ile ilgili hükümleri şöyledir :

"Madde 2- mecburi hizmeti taahhütle masarifi Devletçe deruhte edilerek Leylî Tıp Talebe Yurduna kabul edilmiş olan talebeler, herhangi bir tıp fakültesinden tabip olarak neş'etlerinde talebe yurdunda geçirmiş bulundukları zamanın (Tatil zamanları dahi dâhil) iki sülüsü kadar bir müddetle Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletinin lüzum göreceği mahallerde hizmet ifasına mecburdurlar. Ancak bu kabil talebenin yurtta geçirmiş bulundukları zaman ne olursa olsun mecburi hizmet müddeti bir seneden az olamaz ..."

"Madde 3- İkinci maddedeki hizmetleri kabul etmiyenler veya kabul edip de muayyen müddeti bitirmeden terkedenler yurtta kendileri için sarfedilen paranın iki mislini ödemeye mecburdur.

Bu parayı tamamen vermekten imtina eyliyenler üç aydan bir seneye kadar hapis cezasiyle mahkûm edilir ve para ayrıca alınır.

Birinci fıkradaki mecburiyeti ifa etmiyen tabipler mezkûr fıkrada yazılı parayı tamamiyle ödemedikçe resmî ve hususî hiç bir daire ve müessesede istihdam olunamıyacakları gibi serbest tababet icrasından da memnudurlar.

Yukarıki fıkrada yazılı suretle menedilen tabipleri bu memnuiyeti bilerek gerek tabip sıfatiyle ve gerekse başka bir unvan altında sıhhi işlerde istihdam eden hakiki veya hükmi şahıslar bin liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezasiyle cezalandırılırlar.

Leylî Tıp Talebe Yurdunda bir seneden az bir müddet kalmış olan talebeden Yurdu terkedenler Yurtta kaldıkları müddet için kendilerine sarf edilen parayı ödemeye mecburdurlar."

Bu hükümlerden anlaşılmaktadır ki kanunun amacı, önce Tıp Fakültesini bitirenlerin hepsine uygulanan karşılıksız (Mecburi hizmet) i kaldırıp, ancak Leylî Tıp Talebe Yurdunda barınarak öğrenimlerini bitirenleri yapılan giderlere karşılık belli bir süreyle lüzum görülecek yerlerde çalıştırmaktadır. Bu hizmetin yapılması da, Leylî Tıp Talebe Yurdunda kalmak isteyenlerden bir yüklenme senedi almak suretiyle sağlanacaktır. Bu yüklenmeye karşılık, verilen hizmet kabul edilmez veya kabul edilip te süre bitmeden önce bırakılırsa yapılan giderler iki kat alınacak, bu giderleri vermiyenler üç aydan bir yıla kadar hapis cezasiyle cezalandırılacakdır. Davacının Anayasa'y a aykırı gördüğü, kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan bu hapis hükmüdür.

2- Yurdun bir çok yerlerinde hekim olmadığı, yalnız isteme bırakılırsa-özellikle mahrumiyet bölgelerinde - hekim İhtiyacının kolay kolay sağlanamıyacağı düşünülünce kanunun, kamu yararına olduğundan şüphe edilemez.

Anayasa'nın 11 inci maddesindeki genel hükme göre, kişinin hakları ve hürriyetleri kamu yararına sınırlanabilir.

Gene Anayasa'nın 33 üncü maddesine göre bir eylem, ancak kanunla, suç sayılabilir. Cezalar da ancak kanunla konulur.

Konu, yalnız bu hükümler açısından incelenirse, 2000 sayılı kanunun 3 üncü maddesindeki hapis hükmünün Anayasa'ya aykırı olmadığı sonucuna varılabilir. Zira, kamu yararına kabul edilen bir kanun, belli bir eylemi suç saymış ve cezasını da göstermiştir.

Fakat, aşağıda açıklanacak nedenlerden Ötürü çoğunluk, bu düşünüşün, Anayasa'nın genel esaslarına ve Özüne uygun düşmiyeceği kanısına varmıştır.

3- 2000 sayılı kanunun 3 üncü maddesindeki hapis hükmü, Tıp Talebe Yurdunda okuyanları, lüzum görülecek yerlerde belli süreyle hizmet görmeye zorlamak için kabul edilmiş değildir. Hizmete zorluyan müeyyide, bu maddenin baş tarafındaki (Tazminat) dır. Tıp Talebe Yurdunda barınıp öğrenimini bitirenler, yüklendikleri hizmetten kaçınırlarsa kendilerine yapılan giderlerin iki katı tutarında bir tazminat ödemek zorundadırlar. Yani yüklenilen hizmetin yerine getirilmesi (Ceza şartı) gibi hukukî bir müeyyideyle sağlanmak istenmiştir.

Kişilerin biribirleriyle ve Devletle olan özel hukuk ilişkilerinde uygulanan bu ceza şartına ek olarak maddede bir de hapis müeyyidesine yer verilseydi yani hüküm (Zorunlu hizmeti kabul etmiyenler veya kabul edip de süresinden önce bırakanlar, kendilerine yapılan giderleri iki kat ödemekle beraber üç aydan bir seneye kadar hapis cezasına mahkûm edilirler) şeklinde olsaydı, Kanun Koyucunun böyle bir ceza tedbiri almasına Anayasa'ya uygunluk bulunup bulunmadığı inceleme konusu yapılabilirdi. İşaret edildiği gibi, ceza müeyyidesi zorunlu hizmeti sağlamak için konulmadığından, ortada böyle bir incelemeyi gerektirir durum yoktur.

4- Maddeden açıkça anlaşıldığı gibi; öğrenimlerini bitirenler, zorunlu hizmeti kabul edip bitirmezlerse, kendilerine yapılan gideri, iki kat ödeyeceklerdir. Bu para ödenirse zorunlu hizmet yükümü düşmektedir.

Hapis cezası, parayı ödemiyenlere verilecek ve bu ceza çekilmekle de borç düşmüş olmıyacaktır.

O halde hapis cezası, zorunlu hizmeti değil, paranın ödenmesini sağlamak için konulmuştur. Hal böyle olunca, kanunun kamu yararı amacı bakımından incelenmesine lüzum kalmamakta, sadece kanun koyucunun, Devlet alacağının alınmasını sağlamak gibi bir nedene dayanarak böyle bir tedbiri alıp alamıyacağının araştırılması gerekmektedir.

Kural olarak Devlet, özel hukuk ilişkilerinde özel hukuk hükümlerine bağlıdır. Bu hükümler de, Devlete, kişilerden ayrı bir üstünlük tanımaz.

2000 sayılı kanun tasarısında da bu kurala uyulmuş; hizmet yükümü, ceza şartı müeyyidesiyle sağlanmak istenmişken, önce Bütçe Komisyonunca tasarıya (Mecburi hizmet yapmayanları ve giderleri de ödemiyenleri istihdam edenler) hakkında bazı hükümler eklenmiş; görüşme sırasında madde bir milletvekilinin teklifi üzerine - Adalet Komisyonuna gönderilmiş ve bu Komisyonca da maddeye iptali istenen hapis hükmü konulmuştur.

Komisyonun gerekçesinde "mecburi hizmeti kabul etmekle beraber parayı da vermiyenler hakkında yalnız icrayı sanat edememek ve resmî ve hususî müesseselerde istihdam olunmamak keyfiyetinin kâfi bir müeyyide olmadığı kanaatinde bulunan Encümen, yurda girerken taahhüt ettiği hizmeti ifa etmiyen ve parasını da ödemiyenlerin bu hareketinin üç aydan bir seneye kadar hapsi müstelzim bir suç sayılması ciddi ve tahziri bir tedbir olacağını mülahaza ederek, maddeye bu husus ikinci bir fıkra olarak ilâve edilmiştir.

Bu suretle bir ceza konmasının diğer bir sebebi de Hükümet hesabına yurtta kendisi için çok masraf ihtiyar edilmiş olan bir talebenin mektepten çıktıktan sonra taahhüdünü ifa etmemek vaziyeti daha ağır bir müeyyidenin konmasını istilzam edeceği pek tabiidir." denilmektedir.

5- Ceza tedbirleri, kamunun huzur ve sükûnunu, güvenini, düzenini bozan eylemlerin, savsaklamaların müeyyideleridir. Yapılan giderlerin ödenmemesi gibi bir hareket, borç ne kadar büyük olursa olsun, toplumu rahatsız etmez; kamu düzenini bozmaz, o kadar ki, Devletin kamu kanunlarından doğan ve kamu hizmetlerinin karşılığı olan vergi, resim, harç gibi alacaklarının alınmasında bile hapis hükmünün uygulanması düşünülmemiştir. Hal böyle olunca, özel hukuk ilişkilerinden doğan bir alacak hakkında borçlunun hapis ile cezalandırılmasına nasıl yer verilebilir'

Devletimiz, Anayasa'nın 2 nci maddesinde ifade edildiği gibi, bir hukuk Devletidir. Kanunlarımızın, Anayasa'nın açık hükümlerinden önce hukukun, bilinen ve bütün uygar memleketlerde kabul edilen, prensiplerine uygun olması şarttır.

Özel hukuk ilişkilerinde uygulanacak hükümleri bir yana bırakarak Devletin özel hukuk alanına giren alacağına üstünlük tanıyan bu kanun hükmü, hukuk prensiplerine aykırı düştüğü gibi Devletin, diğer bütün borçları ile, Leylî Tıp Talebe Yurdunda kendilerine yapılan giderlerden ötürü borçlu olanlar arasında açık eşitsizlik doğurmakta ve Borçlar Kanunu, İcra ve iflâs Kanunu, Ceza Kanunu Âmme Alacaklarının Tahsili hakkındaki Kanun gibi ana kuralları kapsayan hükümleri ile de bağdaşmamaktadır.

Bu nedenlerle çoğunluk 2000 sayılı kanunun 3 üncü maddesinde yer alan (Bu parayı tamamen vermekten imtina eyleyenler üç aydan bir seneye kadar hapis cezasiyle mahkûm edilir) hükmünü Anayasa'nın ruhuna ve amacına ve 2., 10 ve 12 nci maddelerine aykırı bulunmaktadır.

6- Bu hükmü takip eden" ve para ayrıca alınır" hükmüne gelince:

Davacının, iptalini istemediği bu hüküm, 3 üncü maddenin, yine dâva dışında kalan, birinci fıkrası hükmü ile aynı niteliktedir. Bu bakımdan, yani uygulanmasına devam olunacak bir hükme paralel olması yönünden "ve para ayrıca alınır" şeklindeki hükmün de 44 sayılı kanunun 28 inci maddesi yoluyla iptal edilmesi gerekeceğini savunan düşünce çoğunluk tarafından kabul edilmemiştir.

SONUÇ : l- 2000 sayılı kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ve parayı ödemiyenlerin hapis cezasiyle mahkûmiyetlerine ilişkin bulunan hükmün, Anayasa'ya aykırı bulunduğundan, iptaline Başkan Lûtfi Akadlı ve üyelerden Rifat Göksu, İbrahim Senil, Celâlettin Kuralmen, Hakkı Ketenoğlu ve Ahmet Akarın muhalefetleriyle ve oyçokluğuyla;

2- Aynı fıkradaki "ve para ayrıca alınır." hükmü hakkında 44 sayılı kanunun 28 inci maddesinin ikinci fıkrasının uygulanmasına yer olmadığına Üyelerden Şemsettin Akçoğlu, Şeref Hocaoğlu ve Fazıl Uluocak'ın muhalefetleriyle ve oyçokluğuyla;

22/12/1964 gününde karar verildi.



Başkan

Lütfi Akadlı

Üye

Cemalettin Köseoğlu

Üye

Asım Erkan

Üye

Rifat Göksu

Üye

İ. Hakkı Ülkmen

Üye

Şemssettin Akçoğlu

Üye

İbrahim Senil

Üye

İhsan Keçecioğlu

Üye

A. Şeref Hocaoğlu

Üye

Celâlettin Kuralmen

Üye

Hakkı Ketenoğlu

Üye

Fazıl Uluocak

Üye

Ahmet Akar

Üye

Lûtfi Ömerbaş

Üye

Ekrem Tüzemen





MUHALEFET ŞERHİ

Sağlık hizmeti, Devletin en önemli sosyal hizmetlerinden biridir. Anayasa'nın 49 uncu maddesinde, Devletin, herkesin beden ve ruh sağlığı içinde yaşayabilmesini ve tıbbi bakım görmesini sağlamakla ödevli olduğu yazılıdır. Bu hüküm uyarınca, kanun koyucu, sağlık hizmeti konusunda tedbirler almak yükümündedir. 2000 sayılı kanun, daha önce kabul edilmiş olmakla birlikte, Anayasa karsısında, sağlık konusunda alınmış tedbirlerden sayılmalıdır.

Devlet, bu kanunla, sağlık hizmetini yürütebilmek için, masraflarım deruhte ederek tıp doktoru yetiştirmeyi ve buna karşılık kendilerini belli sürelerle mecburi hizmete tabi tutmayı uygun görmüştür. Kanun koyucu, ilgililerin, mecburi hizmeti yapmamaları halinde gözetilen amacın gerçekleşemiyeceğini de düşünmüş ve kanunun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkralarındaki müeyyideleri koymuştur.

Bu fıkralar hükümlerine göre, mecburi hizmetten kaçınanlar, kendileri için sarfedilen paranın iki mislini ödeyecekler, bu parayı tamamen vermeyenler hapis cezası ile mahkûm edilecekler ve para kendilerinden ayrıca alınacaktır. Çoğunluk, parayı vermeyenlerin hapis cezası ile mahkûm edilmelerinin Anayasa'ya aykırı olduğu kanısına varmış ve buna ilişkin hükmün iptaline karar vermiştir.

Anayasa'nın 33 üncü maddesi gereğince suçları ve cezaları kanun belli eder.

Sağlık hizmetini yürütmekle görevli olan kanun koyucu, bu konuda aldığı tedbiri aksatacak davranışlarda bulunanlar hakkında ceza müeyyidesi koymayı lüzumlu ve kamu yararına uygun görmüş bulunmaktadır. Bu ceza belli durumda bulunanlara uygulanacağına göre Devletin diğer borçluları ile eşitliği bozan bir yönü olmadığı gibi hukuk devleti ilkesine de aykırı düşmemektedir.

Bu sebeplerle kanunun 3 üncü maddesinde yer alan, hapis cezasına ilişkin hükmün Anayasa'ya aykırı olmadığı kanısı ile bu hükmün iptali hakkındaki çoğunluk kararına muhalifiz.



Başkan

Lûtfi Akadlı

Üye

Rifat Göksu

Üye

İbrahim Senil







Üye

Hakkı Ketenoğlu

Üye

Celalettin Kuralmen

Üye

Ahmet Akar





MUHALEFET ŞERHİ

2000 sayılı kanunun 3 üncü maddesindeki, asıl hüküm birinci fıkrada yer almış; (Hizmet kabul etmiyenlerin veya edip de muayyen müddeti bitirmeden terkedenlerin yurtta kendileri için sarfedilen paranın iki mislini ödemeye mecbur oldukları) bu fıkrada gösterilmiştir.

Maddenin ikinci fıkrası bu hükmün cezai müeyyidesinden ibaret olup kararımızla iptal edilmiştir.

Bu fıkranın devamındaki (ve para ayrıca alınır) hükmü (Hapisle mahkûmiyetin alacağı düşürmeyeceğini) belirtmek kasdiyle sevkedilıniştir ki hapis hükmü iptal edilince bu da tatbiksiz kalacaktır.

44 sayılı kanunun 28 inci maddesi gereğince, tatbik kabiliyeti kalmayan bu hükmün de iptali gerekir.

Kararın 2 nci bendine bu sebeple muhalifiz.



Üye

Fazıl Uluocak

Üye

A. Şeref Hocaoğlu

Üye

Şemsettin Akçoğlu

Kazanılmış Hak Kavramının Kazanılmış Avantaj Anlamında Kullanılması

Özhan Uluatam, Enflasyon ve Devlet Gelirleri, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1981, s. 15-16'dan alıntıdır.
(http://kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/105.pdf adresindeki eser üzerinde manuel yazım denetimi yapılmıştır)


cc. Enflasyona Karşı İktisat Politikası

Günümüzde enflasyon olgusunun kazandığı yaygınlık ve çeşitli ülkelerde ulaştığı boyutlar iktisat teori ve politikalarının konuya ilişkin genel yaklaşımımını yeniden gözden geçirme zorunluğunu yaratmıştır.

İster para politikasına, isterse malî politikaya ağırlık veren bir görüşle alınsın, gelenekçi yaklaşım, bu iki politikanın uygun biçimde ve dozda kullanılmasının bir ekonomide enflasyonu önlemeyi başarabileceğini kabul ediyordu.

Bu yaklaşımın gerisinde de, ekonominin doğal denge durumunun ancak fiyat seviyesindeki istikrarla bağdaşabileceği görüşü vardı. Oysa, İkinci Dünya Savaşından sonraki ve hele 1970'lerdeki gelişmeler böyle bir yaklaşımın geçerliği tartışmasını ve bazı yeni politika önerilerini ön plana çıkarmıştır.

Bu tartışma ve önerilerin başlangıcında, çağdaş toplumların iktisadî-toplumsal yapısında ortaya çıkan değişmelerle ilgili gözlemler bulunuyor. Günümüz toplumları -gelişmiş ya da azgelişmiş- ortodoks iktisat kitaplarının alışılmış oyun kurallarına gittikçe ters düşen eğilimlerin etkisi altında bulunuyor.

Firmaların büyümesi ve temerküzünün doğal sonucu olarak, üretimin oligopol koşullarında gerçekleşmesi, emek arzının, genel kural olarak, sendikalar ya da benzeri örgütler aracılığıyla sunulması, bu gelişmeler sonucunda gerek mal, gerekse işgücü piyasalarında fiyat teşekkülünün serbest rekabetten çok uzak koşullar altında oluşması, giderek yaygınlık kazanan bu eğilimlerin başında geliyor.

Bu somut gelişmenin ötesinde, toplumu oluşturan çeşitli kesimlerden kişilerin bekleyiş ve alışkanlıklarında, toplumun değer yargılarında da önemli değişmeler var. Herşeyden önce, devletin çok çeşitli amaçları içinde "tam istihdamın sağlanması" öncelikler listesinde çok yukarılara tırmanmış bulunuyor.

Öyle ki, büyüme, fiyat istikrarı gibi başka amaçlarla tam istihdam arasında bir çatışma çıktığı zaman toplumların ve politikacıların genel eğilimi tam istihdam amacından en az fedakârlık etmek oluyor. Doğal olarak, bireysel planda da işsizlik olgusu -işsizlik tazminatları ile yumuşatılsa bile- kolay kabul edilemiyor. Diğer yandan, kişiler bir kere elde ettikleri iktisadî avantajları "kazanılmış hak" kabul etmekte ve bundan geri dönüşe rıza göstermemektedirler.

Bu avantajlar içinde özellikle "gelir"in azalması düşünülemediği gibi, zaman içinde artması gereği de yaygın biçimde kabul edilen bir inanç olmaktadır.

Bütün bu gelişmeler çağdaş toplumları enflasyonların çıkışına ve devamına çok elverişli bir yapı içine sokmuştur. Fiyat yükselişlerini başlatabilecek bir toplam talep artışı, bu yapıda, herhangi bir kesimden çok kolaylıkla doğabilmekte, başlayan bu fiyat artışını kendi başına durduracak ya da yavaşlatacak özellikler de iktisadî sistemden, geniş ölçüde, silinmiş bulunmaktadır. Hatta, toplam talepte bir artış olmasa bile, toplam talebin bölünüşündeki bir değişme, toplumun bu yapısını yansıtan maliyet ve fiyat saptama yöntemleriyle enflasyon sürecini başlatabilmektedir.(7)

İktisat politikası uygulama durumunda olanların, başlıyan bir enflasyon sürecini durdurma hususundaki imkânlarının da hayli daraldığı dikkati çekiyor.

Tam istihdamın sağlanması devlet önceliklerinde ön plana çıktığına göre, alınacak -ilerki sayfalarda özetle değineceğimiz- enflasyona karşı iktisat politikası tedbirleri fazla bir işsizliğe yol açmayacak biçimde düzenlenecektir.

Üstelik, toplumun yukarıda işaretlenen yapısı gereği, hemen her tedbir, çeşitli grupların kazanılmış saydıkları haklarla çatıştığı zaman, geniş tepki ile karşılaşmaktadır. Kazanılmış hakların listesi ise her geçen gün biraz daha genişliyor görünmektedir.

Bu gözlemler bazı iktisatçıları, çağımızda hemen hiçbir ülkenin enflasyonu bütünüyle önlemesinin mümkün olmadığı görüşüne itmiş bulunuyor.

Bu iktisatçılara göre fiyat artışlarının devam edeceği fikrine kendimizi alıştırmaktan, enflasyonla birlikte yaşamayı öğrenmekten başka çare yoktur. Tabiî, bu durumda temel sorun, sürüp giden bir enflasyonun sınırlı boyutlarda tutulmasının mümkün olup olmadığına dönüşmektedir. Eğer enflasyon, genişlemeyen fiyat artışlarıyla sürdürülebiliyorsa, klasik denge anlayışına aykırı biçimde, bir ekonominin "enflasyon içinde dengede" bulunduğundan bahsetmek gerekecektir.(8) Ancak, fiyat artışlarının büyüdüğü, enflasyonun tahrip edici etkilerinin belirdiği durumlarda bu denge bozulmuş demektir.

Dipnotlar:

7 C.L. Schultze, "Recent Inflation in the United States", Study Paper N. 1, Joint Economic Committee, Washington, 1959; F. Machlup, "Another View of Cost- Push and Demand-Pull Inflation", Review of Econo mics and Statistics, (1960), s. 125-139; Jean-Paul Fitoussi, Inflation, Equilibre et Chomage, Edition Cujas, 1973, s. 89-111.
8 Jean-Paul Fitoussi, Ibid.

Hukukta Geriye Yürümezliğin İstisnası Olarak Kazanılmış Hak Kavramı

Yıldırım Uluer, İdari Yargıda İptal Kararlarının Sonuçları, Sevinç Matbaaası, Ankara, 1970, s. 17-24 arasından alıntıdır.
(kitaplar.ankara.edu.tr/dosyalar/pdf/431.pdf adresindeki eserden OCR'la okutulup manuel yazım denetimi yapılmıştır)


A — GERİ YÜRÜRLÜK BAKIMINDAN HUKUK KURALLARI, İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARLARI VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI

1 — HUKUK KURALLARININ GERİ YÜRÜMEZLİĞİ

Hukuk kuralları yürürlüğe girmelerinden başlayarak kapsadıkları her durum ve olaya uygulanırlar. Kimseden gelecekte yürürlüğe girecek, bugünden bilinmeyen kurallara uygun davranış beklenemeyeceğine göre, olaylara, oldukları gündeki kurallar uygulanır. İşlemler yapıldıkları gündeki hukuk kurallarına uygun olmak gerekir. İlke olarak yürürlüğe girer girmez etkilerini gösteren (6) yeni kurallar, ancak tamamlanmamış işlemlere etki yaparlar (7).

«Her hadise geçtiği tarihte yürürlükte bulunan kanunî mevzuat hükümlerine tabi olduğundan, sonradan yürürlüğe girmiş olan hükümler., eski hadisalere sâri ve şamil olamazlar» (8).

Hukuk kurallarının geri yürümemesi ilkesinin temeli bu düşünceler olmaktadır. Ancak, gerek geri yürümezliğin ve gerekse genel uygulamanın katı kurallar değil, birer ilke olduğu unutulmamalıdır.

Danıştayımızın bu konuda ince yargıları olduğunu görmekteyiz. Örneğin :

«..hukuk kaidelerinin meriyetinin her sahada makable icrasına cevaz bulunmaması keyfiyeti.. daha önce meriyete girmiş hukuk kaidelerine tevfikan istikrar bulmuş olan hukukî vaziyetlerin ihlâlinden ve camiada, mevzu hukuk kaidelerine karşı bir emniyetsizlik tevlidinden ve cemiyet efradının devlet veya yekdiğeriyle münasebatında teşevvüş husulünden içtinap maksadına müstenittir. Bu mahzurların bulunmadığı ve bilâkis amme menfaat ve intizamının icap eylediği hallerde hilafından sarih bir metin mevcut bulunmadıkça hukuk kaidelerinin makable şamil hüküm taşımaları mutlak surette merdut bir prensip olarak telâkki edilemez..» (8).

İlke olarak geri yürümezlik ve genel uygulamayı sürdürmek yararlı olmakla beraber, ilkenin uygulanışını ve istisnalarını her olaya göre kamu yararı, kamu düzeni, kararlılık, kazanılmış haklar gibi kavramlar açısından saptamaya çalışmak gereklidir. Örneğin, Anayasanın 33 üncü ve Türk Ceza Kanununun 2 inci maddeleri ceza bakımından geri yürürhezliği kesin olarak belirtmişlerdir. Yasaklayıcı hükümler de geri yürümezler (9). Buna karşılık kanunların geri yürür hükümler taşıyabileceği kabul olunduğu gibi, kanuna ya da yargı işlemlerine dayanan idarî işlemler de geri yürüyebilirler (10). Usul hükümlerinin (11) ve genellikle lehte olan hükümlerin geri yürüyeceği kabul olunmaktadır (12). Geri yürümezlik ilkesi çok kere kazanılmış hakları saklı tutmak amacını gütmektedir. Kazanılmış haklara aykırı geri yürüme olmaz (13). Kazanılmış hak var ise, hukuk kuralı diğer bütün olaylara uygulandığı halde o olaya uygulanamaz yani hukuk kuralının genel uygulanmasına da istisna getirilmiş olur (14).

2 — İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARLARININ GERİ YÜRÜMEZLİĞİ

a) İçtihadı Birleştirme Kararlarının Niteliği ve Anayasaya Aykırılığı Sorunu

İçtihadı birleştirme kararları bir yargı işlemi oldukları halde, belirli bir uyuşmazlığı çözmezler. Bu kararlar ile, belirli bir uyuşmazlık tipi için, bundan böyle uygulanmak üzere, olabilir çözümlerden biri seçilir. İçtihadı birleştirme kararları belli bir uyuşmazlığı, ve sonuçta haksız çıkan tarafa karşı uygulanma gücü olan kararlardan nitelik bakımından farklıdırlar. İçtihatların birleştirilmesi kararları «..belirli bir olay hakkında icraî nitelik taşımayan .. genel nitelikteki kararlardır..» (15). Bu kararlar alt yargı yerlerini, hattâ Danıştay Kanununun 46 ıncı maddesi uyarınca idareyi bağlar.

Bir yargı düzeni içinde çözüm farklarını önlemek için bulunmuş bir yol sonucu verilen kararların yargı organlarını ve idareyi bağlayan sonuçları olması yazarlarımız arasında tereddütler yaratmış ve Anayasaya göre yargı organlarının kural koymaya yetkili olmadığı, böylece konulmuş kuralların bağımsız yargıçları bağlayamayacağı, bağladığının kabulünün Anayasaya aykırı olacağı sonucuna varanlar olmuştur (16).

Bence, önce şunu saptamak gerekir; İçtihadı birleştirme kararları ülkede içtihat birliğini sağlayarak öylesine önemli bir görev yapmaktadırlar ki, hukukumuzun bu değerli kurumdan vazgeçmesi söz konusu değildir (17). İkinci olarak, içtihadı birleştirme kararlarının kural koyması mümkün olmakla birlikte genellikle, kural değil, var olan kuralların yorumu niteliğindedirler (18). Kural oldukları durumlarda da Anayasaya aykırılık söz konusu edilememek gerekir. Anayasamızda yargı organlarının kural koyamayacağına ilişkin bir kural yoktur. Özellikle, idare yargıcının görevi dağınık ve sistemleştirilmemiş hükümler arasında bağ kurarak idare hukukunun mimarlığını yapmaktır. Yasama dışındaki devlet organları da kural koyabilirler. Yasama organı dışındakilerin yapamayacakları, kanun kuvvetinde, o geçerlilikte kural koymaktır. İçtihadı birleştirme kararlarının kanun kuvvetinde kural koyduğu ise söylenemez.

Yüksek yargı organlarının, hukuk kurallarının yorumlanmasın-daki birliği gerçekleştirme görevlerini yapabilmeleri için verdikleri kararların alt yargı organlarını bağlayıcı olması zorunludur (19). İçtihadı birleştirme kararlarının da, Anayasanın 132 inci maddesindeki «Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlarma göre hüküm verirler» şeklindeki hükmüne aykırılığı düşünülemez; çünkü bu hükme uygun yorum olanağı vardır : yargıç, içtihadı birleştirme kararının koyduğu ilke ya da kuralı Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdanî kanaatlerine aykırı görürse, uyuşmazlığı içtihadı birleştirme kararına göre değil, ulaştığı sonuca göre çözümleyecektir (20). Burada içtihadı birleştirme kararlarının anlamı, olsa olsa, yargıçların aykırı kararlarınm yüksek mahkemece bozulacağının önceden belirlenmiş olması anlamına gelir. Bu anlamın çıkarılması için ise belli bir konuda içtihatların birleştirilmesine gidilmiş olması gerekli değildir. Yüksek mahkemelerin belli bir konudaki içtihatlarının istikrar kazanmış olması yeterlidir. İçtihadı birleştirme kararları ile belli bir konuda istikrar kazanmış içtihatlar arasında bağlayıcılık yönünden nitelik farkı yoktur. Nitekim Danıştay, bir içtihat istikrar bulmuş ise, içtihadın birleştirilmesi gereği kalmadığını belirtmiştir (21).

İdarenin bağlılığı da bundan farklı değildir. İçtihadı birleştirme kararı idare için de aykırı işlemlerinin yargı organlarınca iptal edileceğinin belirmiş olması anlamını taşır. Ancak, yargı organlarının aykırı işlemlerin gerekçesine katılması, aykırı işlemi iptal etmemesi ve giderek içtihadın değişmesine yol açılması mümkündür.

b) İçtihadı Birleştirme Kararlarının Geri Yürümezliği Sorunu

İçtihadı birleştirme kararları, istikrar kazanmış, düzenli içtihatlarla aynı nitelikte ilke kararlarıdır.
«İçtihadın birleştirilmesi kararları yeni bir hukukî durum yaratmayıp, mevcut hukuk kurallarının, konulduğu tarihten itibaren anlamını belirttiği» (22) için yorum kararı niteliğinde olabilirler. Yorum kararları ise «bildirici» olduklarından geri yürürler (23).
Özellikle idare hukukunda içtihatlar kural koyabilirler. İptal kararlarının sonuçlarına ilişkin ilkelerin bütünü yargı yolu ile konmuş ve geliştirilmiştir. Belirli bir olay hakkında icraî nitelik taşımayan genel nitelikte kararlar olan içtihadı birleştirme kararlarında kural niteliği daha açık olarak görülebilir. Bu durumda, yani içtihadı birleştirme kararinın yorum değil kural niteliğinde olduğu hallerde, hukuk kurallarının geri yürümezliği ilkesi gereğince içtihadı birleştirme karariyle konmuş kuralın da ilke olarak geri yürümemesi gerekir.
Danıştayımızın, içtihadı birleştirme kararlarının geri yürümeyeceğine ilişkin kararları (24) kazanılmış hakları saklı tutmak ve kuralların geri yürümemesini sağlamak amacındadır. Ancak, sanıyorum ki, hukuk kurallarının genel uygulaması ve eşitlik ilkelerinin uygulanması gerekli olan durumlarda, içtihadı birleştirme karariyle konulmuş kuralın geri yürümesi gerekebilir. Hattâ, bu ilkeler gereği, kişilere kazanılmış hak tanımamak da doğru ve haklı sayılmalıdır (25).

3- ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARLARININ GERİ YÜRÜMEZLİĞİ

Bildirici nitelikteki kararlar geri yürürler. İptal kararlan işlemdeki sakatlığın yargı organı tarafından saptanması- demek olduğuna göre Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarının geri yürümezliği diye bir sorun ortaya konulamamak gerekir. İptal kararları geri yürür. Ancak Anayasamız 152 inci maddesinin üçüncü fıkrasında «İptal kararı geriye yürümez» hükmünü koymuş, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunda da bu hüküm «İptal kararı her halde geri yürümez» (m. 50) biçiminde tekrarlanmış ve ortaya açıklanması zorunlu bir durum çıkmıştır.

Bu hükümler kanunların geri yürümemesi ilkesi ile aynı anlamda kabul olunursa (26) mesele yoktur. Ancak, bir kanunun yasama organı tarafından kaldırılması ile yargı organı tarafından iptali arasındaki nitelik farkı açıktır. Gerçekte, «iptal kararı geriye yürümez» hükmü sakatlıklar kuramına bir istisna değil, fakat iptal kararlarının kazanılmış hakları ve hukuksal kararlılık kazanmış durumları etkilememesi ilkesinin aşırı bir biçimde anlatımıdır. Danıştayımız sorunu çeşitli yönleriyle inceleyerek çözmüş bulunmaktadır. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları da diğer sakatlık kararları gibi geri yürürler.

Danıştay, Anayasadaki bu hükmün amacının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuksal kararlılığı ve dolayısiyle kamu düzenini korumak olduğunu kesinkes ortaya koymuştur (27). Danıştayımı-zın anlatımiyle, davaya bakan mahkemenin, uygulanacak bir kanun hükmünü Anayasaya aykırı görmesi ya da taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasını ciddî görmesi halinde, Anayasa Mahkemesinin vereceği iptal kararının geri yürüyeceği, dolayısiyle Anayasada belirtilmiştir. Bu durumda geri yürüme kabul olunmaz ise,

«..Anayasa Mahkemesinin vereceği karara kadar davanın geri bırakılacağı yolundaki Anayasanın 151 inci maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri hakkındaki 44 sayılı Kanunun aynı mealdeki 27 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü ve bahsi geçen 151 inci maddenin itiraz yoluyla mahkemelere gönderilen işlerde üç ay içinde Anayasa Mahkemesi tarafından karar verilmezse, mahkemenin Anayasaya aykırılık iddiasını kendi kanısına göre çözümleyerek davayı yürüteceği yolundaki dördüncü fıkrası hükmü mesnetsiz kalır..» (28) (29).

Kanunların objektif olması, detva açma yetkisinin dar tutulmuş olması ve davacıların iptalin elde edilmesinde normal olarak doğrudan doğruya çıkarları olmayacağı nedenleriyle, dava yolunda, iptalin geri yürürlüğünün görülmesi daha güçtür. Ancak, bu durumda da geri yürürlük bazen açıkça görülebilmektedir (30).

Dipnotlar:

(6) «..ister özel hukuk, isterse kamu hukuku dalında olsun kanunlar genel olarak derhal tesirlerini husule getirirler..»
[Içt. bir. 2.12.1967 e. 67 k. 8 (DÇN. II s. 500 no. 791)].
(7) DDUH. 1937 k. 178 (Der. 2 s. 25); D. 6 22.12.1964 e. 963/4749 k. 5337 (Der. 93-94 s. 325).
(8) D. 6 24.1.1962 e. 958/5429 k. 193 (İBD. 1962 s. 55).
(8) D. 5 23.6.1944 e. 943/1147 k. 1152 (Der. 26 s. 59).
(9) D. 12 31.10.1968 e. 720 k. 1992 (DÇN. II s. 300 no. 536).
(10) D. 4 22.1.1952 e. 951/3098 k. 90 (Der. 54-57 s. 221).
(11) D. 6 3.2.1947 e. 946/1518 k. 348 (Der. 35 s. 121); D. 6 24.1.1962 e. 958/ 5429 k. 193 (İBD. 1962 s. 55).
(12) DDK. 19.9.1958 e. 957/139 k. 580 (SBFD. C. 15 S. 2 s. 210).
(13) DDUH. 6.6.1947 e. 946/62 k. 59 (Der. 36-37 s. 47); D. 12 31.10.1968 e. 720 k. 1992 (DÇN. II s. 300 no. 536).
(14) bak. D. 11 9.11.1965 e. 387 k. 403 (Der. 97-99 s. 329); îçt. bir. 2.12.1967 e. 67 k. 8 (DÇN. II s. 500 no. 791).
(15) D. 11 15.3.1967 e. 156 k. 1157 (Der. 111-114 s. 380).
(16) DURAN «Hukuk Kurumu» s. 117; BİLGE «Medenî Yargılama Hukuku Dersleri» Ankara 1967 s. 67; KUNTER «Ceza Muhakemesi Hukuku» İstanbul 1967 s. 352; TUNCAY-ÖZDEŞ-BAŞPINAR agm. s. 712; BlLGİN «Anayasa düzenimizde tevhidi içtihat müessesesinin yaşama şansı» İBD. Yıl 1967 s. 222. Prof. EREM ve Prof. KURU ve ÖZYÖ-KÜK'de ise böyle bir endişe görülmemektedir, bak. EREM «Ceza Usulü Hukuku» Ankara 1968 s. 36; KURU «Hukuk Muhakemeleri Usulü» Ankara 1968 s. 31. ÖZYÖRÜK «İdarî Yargı Dersleri» Ankara 19691970 s. 43.
(17) Nitekim Anayasa Mahkemesi Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429 uncu maddesinin Anayasaya aykırılığı itirazını oy birliğiyle reddetmiştir. [Any. Mah. 13.2.1968 e. 967/11 k. 7 (RG. 14.9.1968)]
(18) D. 4. 1953 k. 3171 (H. 984); D. 4 1953 k. 3172 (H. 984); D. 5 14.11.1963 e. 967/4129 k. 3994 (Der. 127-130 s. 177).
(19) bak. not (17)'de adı geçen Anayasa Mahkemesi kararı.
(20) Damştayımızm anlayışı da bu yoldadır. Örneğin:
«..içtihat müessesesinin nazarî bakımdan umumî olarak mütalaası aynı karar üzerinde halin icaplarına göre yeni kararlar verilmesini sağlayacağını göstermeye kifayet eder. 3546 sayılı Kanunun içtihadın tadil veya tebdiline müteallik olan hükmü, dairelerce içtihadın tebdiline mani teşkil etmez.» [D. 4 10.11.1945 e. 1455 k. 2526 (Der. 30 s. 27)].
(21) DDK. 16.12.1961 e. 495 k. 604 (Yüzyıl Boyunca Danıştay, s. 705). Kuşku yok ki, içtihadı birleştirme kararlarının bağlayıcılığı hukuken çok daha kuvvetlidir; belirtmek istediğim sadece arada nitelik farkı olmayışıdır.
(22) D. 5 14.11.1968 e. 967/4129 k. 3994 (Der. 127-130 s. 177).
(23) Eski Anayasa düzenimizde uygulanan «yasama yorumu» :
«..Tefsir kararları yeni bir hüküm vaz etmeyip mevcut hükmün tavzihi sadedinde olmakla makable şamil bulunacağı..». [D. 1 1937 k. 2 (Der. 3 s. 52)] kabul olunmuş, kazanılmış haklar saklı tutulmuştu [bak. DDUH. 16.12.1938 e. 321 k. 245 (Der. 7 s. 60); D. 5 8.7.1949 e. 948/1955 k. 2057 (Der. 46-49 s. 219); DDUH. 6.7.1956 e. 955/ 105 k. 121 (Der. 75 s. 10)]. İçtihadı birleştirme kararlarında da aynı ilke uygulanır. Örneğin,
«..içtihadı birleştirme kararı vergi tevkif atının yapıldığı aylardan sonra ittihaz edilmiş olmakla beraber hukukî mahiyetleri itibariyle, bu kararların kanunun maksadı ve gayesinin ne olduğunu belirtmek itibariyle, ittihazından evvelki hadiselere de tatbiki lâzım geleceği..» [D. 4 1953 k. 3171 (H. s. 984); D. 4 1953 k. 3172 (H. s. 984)].
(24) DDUH. 20.10.1939 e. 280 k. 280 (H. İb. s. 42); D. 5 10.11.1955 e. 905 k. 2854 (Der. 62-63 s. 117); D. 5 18.12.1956 e. 955/1047 k. 3801 (Der. 76 s. 39).
(25) Bu konuda bak. a. s. 89 not. 25.
(26) Böyle bir anlayış için bak. s. ARMAĞAN, «Anayasa Mahkememizde Kezaî Murakabe Sistemi» İstanbul 1967 s. 137.
(27) D. 5 17.6.1963 k. 1108 (A. Erdoğdu, «Hukukî Bir Yara» Milliyet 19.7.1963); D. 5 1963 k. 1505 (H. II s. 348); D. 5 1963 k. 2537 (H. II s. 351); D. 5 4.3.1963 e. 1904 k. 2804 (B. Arıkan, «Bir Kanunun iptalinin Ne-ticeleri» Cumhuriyet 6.11.1963); D. 5 5.12.1963 e. 3000 k. 4147 (Der. 91-92 s. 113); D. 5 27.12.1963 e. 2199 k. 4567 (Der. 91-92 s. 110); D. 5 13.1.1964 e. 961/2047 k. 23 (Der. 93-94 s. 286); D. 5 13.2.1964 e. 963/2420 k. 646 (Der. 93-94 s. 265); D. 3 29.12.1964 e. 187 k. 2157 (ÎBD. 1965 s. 92); D. 5 20.4.1965 e. 963/2050 k. 964 (DÇN. s. 17); D. 6 20.6.1965 e. 3003 k. 1453 (İBD. 1965 s. 350); DDK. 16.12.1966 e. 963/386 k. 1642 (Der. 107-110 s. 119); D. 10 21.12.1966 e. 966/2008 k. 3256 (DÇN. s. 129); DDK. 8.12.1967 e. 96/99 k. 1095 (Der. 119-122 s. 106); D. 8 17.9.1968 e. 967/153 k. 2783 Der. 127-130 s. 264; D. 9 17.12.1968 e. 994 k. 2998 (DÇN. II s. 54 no. 108); DDK. 22.3.1968 e. 966/750 k. 261 (DÇN. II s. 96 no. 173).
(28) DDK. 16.12.1966 e. 963/386 k. 1642 (Der. 107-110 s. 119); D. 9 19.12.1968 e. 726 k. 3132 (Der. 127-130 s. 300).
(29) Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları aynı zamanda genel etkilidirler.
«..(iptal kararı geri yürümez) hükmünden hareket olunarak, bu dosya ile dava konusu edilen olayda yahut ihtilâf konusu edilmiş olup halen görülmekte bulunan diğer davalarda iptal kararının uygulanamayacağı neticesinin çıkarılması herşeyden evvel Anayasanın 151 inci maddesi hükmüne ve 152 inci maddede yer alan (Anayasa Mahkemesi kararları devletin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar) tarzında ifadesini bulan temel hukuk kurallarına aykırı düşer. Böyle bir telâkki, Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümemesi değil, hiç yürümemesi neticesini ortaya koyduğundan, Anayasa ve hukuk dışı böyle bir düşünce tasvip olunamaz ve Anayasa Mahkemesince ittihaz edilmiş iptal kararının bu davada uygulanmaması, Anayasa Mahkemesi kararının geri yürümesi olarak asla nitelendirilemez». [D. 8 17.9.1968 e. 967/153 k. 2783 (Der. 127-130 s. 264)].
«..itiraz yoluyla gönderilmesi üzerine Anayasa Mahkemesince verilen ... iptal kararının yalnız ilgili iş için hüküm ifade edeceği düşünülemez. Zira bu iptal kararının Anayasanın 152 nci maddesinin beşinci fıkrasında yazılı olduğu üzere olayla sınırlı ve yalnız tarafları bağlayıcı olacağına kararı verilmemiştir» [DDK. 16.12.1966 e. 963/386 k. 1642 (Der. 107-110 s. 119); D. 5 19.10.1968 e. 1898 k. 3685 (Der. 127-130 s. 180); D. 9 19.12.1968 e. 726 k. 3132 (Der. 127-130 s. 300)]. Böylece, iptal kararı, gerek yargı yolu kapalı olduğu için dava konusu yapılamamış meselelere-ki yargı yolu kapalı olduğu için uyuşmazlık konusu yapılamamış işlerde Danıştay, iptal kararından başlayarak bir dava süresi tanımaktadır- Gerek henüz sonuçlanmamış meselelere etki yapacaktır.
(30) C.H.P.’nin haksız iktisaplarının iadesi hakkındaki 6195 sayılı yasanın iptali için açılan davada Anayasa Mahkemesi iptal kararının geriye yürüyeceğini görmüş fakat bu konunun kendisini değil uygulamayı ilgilendireceğini söyleyerek kanunu iptal etmiştir [Any. Mah. 11.10.1963 e. 124 k. 243 (AMKD. C, I 343)].
 
 
Copyright © Burçin Aydoğdu
Blogger Theme by BloggerThemes Design by Diovo.com